
Önce sonbahar gelecek hissettirmeden, sonra kış. ‘Kaybettiğimiz cennetten bir şarkı duyar mıyız’ diye, ısrarla ezberimizdeki tek numarayı arayacağız.
Çünkü, nerede bir valiz varsa, orada belli belirsiz bir geri dönme arzusu vardır. Yolculuğun o en heyecanlı ilk adımında bile.
“Çok geçmeden geri döneceğim, bunun için büyük bir valizle gitmiyorum.”
Çok, çok büyük bile olsa, bir valiz hayatın ne kadarını alabilir ki?
Hiç. Evet, aşağı yukarı hiç. Çünkü, gerçek bir hayat ancak kendi mekanı ile var olabilir. Valize koyduklarımız ise hayatın kendisi değil, ancak sembolleridir.
“Pazar sabahları bu çiçekli gömleği giyip tepedeki çay bahçesine giderdim.”
“Şu emektar şemsiye kaç kez kırıldı İstanbul’un yağmurlarında.”
“Onun aldığı pijamalar…”
Hayatın kırıntılarını toplamaktan başka bir işe yaramayan valiz, “bir gün daha dayanabilmenin” nevalesi ile doludur. Bir gün daha… Çünkü belki ertesi gün, sonunda aranan telefon açılacak, uzaktaki ses “gel” diyecektir. Ah nasıl çelimsiz bir ümit, ne kadar bahtsız bir teselli…!
Nerede valiz varsa, orada mutlaka bir geri dönme umudu vardır.
Resim: Braginskiy Viktor Emilyeviç (1954) “Varış” 1985
Gaffar Yakınca’yı takip etmek için
Twitter : @DeliGaffar
Facebook : Gaffar Yakınca
Instagram : deligaffar