Yarı amatör bir edebiyat sitesi için mizahi kitap notları yazmam istendiğinde 2012 senesi idi. Üç yıldır tasarım felsefesi ve modern sanatlar üzerine bir blog tutuyordum ve hayli ciddi yazılar yazıyordum. Bu yeni seri ise biraz sivri dilli olmalıydı. Entelektüel camiamızın sığlıklarını teşhir edeceğimize göre, gerçeği olduğu gibi söylemekten ve hatta düşman kazanmaktan korkmamalıydım.
Hesapsız bir açık sözlülüğü ve cesareti vurgulayacak bir köşe adı düşünmeye koyuldum. Hangisi önce aklıma geldi, deli sıfatı mı, yoksa rahmetli Gaffar Ağabey mi hatırlamıyorum ama, bu yeni misyona en uygun lakabın “deli” olacağına karar verdim.
Deli Gaffar, memleketim Malatya’nın ikinci nesil şöhretli delilerinden biriydi. Çocukluğumun Malatya’sında deliler, özel bir ilgi ve ihtimam görürdü. Şehir halkı, bu biçarelerin Allah emaneti olduğuna inandığından onlara akıl almaz bir geniş gönüllülükle yaklaşırdı. Bütün günü çarşı pazar dolaşarak geçiren delilerimiz ise şehrin bu cömertliğinin karşılığını verir, hepimize neşe ve umut kaynağı olurlardı.

1970’li yılların başı olmalı
Ben çocukluğumda Deli Gaffar’ın sağlığına yetiştim. Rahmetli, genelde Akpınar, Samanharğı gibi mahallelerde dolaşırdı. Kendi gözlerimle görme imkanım olmadı ama, Gaffar’ın marifetlerini bütün şehir gibi ben de biliyordum. Esnaftan muziplik peşinde olanlar, Gaffar’ı önce iki dirhem bir çekirdek giydirir, ceketini kravatını bile tamam ettikten sonra çarşıya salarlarmış. Artık kim o cesareti gösterecekse, birisi “Gaffar üzerindeki ölü esvabı” demeye görsün… Gaffar Ağabey, ağır küfürler ederek üzerinde ne var ne yok yırtıp atar, anadan üryan kalınca da koşmaya başlarmış.
Bir başka hemşehrimiz, rahmetli Hrant Dink, uzunca bir zaman önce Gaffar’ın bu huyundan bir çıkarım yaparak kendi cemaatine hitaben bir yazı yazmıştı. Dink, yazısında Deli Gaffar’ın bu özelliklerini anlattıktan sonra, kendisinin de dahil olduğu Türkiye Ermeni Cemaati’ni eleştiriyor ve “siz engellemeye çalışsanız da ben doğru bildiklerimi söyleyeceğim, üzerime giydirmeye kalktığınız tüm ölü kıyafetlerini yırtıp atacağım” diyordu.
Bu benzetme beni çok etkilemişti. Çünkü Türkiye’nin en önemli sorununun özeleştiri eksikliği olduğunu düşünüyordum. Yazarlar ve aydınlar, kendi mahallelerini eleştirmek konusunda çok isteksizlerdi, kimse kendi cenahına toz kondurmuyor, çoğu zaman eş dost dayanışması gerçeklerin üzerini örtüyordu. O zamanlardan bugüne siyasi duruşum çok değişti ama, bu konudaki fikrim değişmedi. Bence hala Türkiye’nin en önemli sorunu özeleştiridir. Bu, bütün siyasi görüşler ve fikir akımları için geçerlidir.
Her ne ise, sonuçta kendi mahallemi bile korkusuzca eleştireceğime göre, bu Deli lakabının adımın önüne iyi yakışacağı kararına vardık ve böylelikle Deli Gaffar ortaya çıkmış oldu.
Gerçekten de Deli Gaffar bir kaç ay içinde isminin hakkını verdi. Sadece kitaplar hakkında değil, her konuda yazmaya başladı, kendi mecrasını oluşturdu, ayrı bir blog haline geldi. İnsanlar bu garip deliyi o kadar çok sevdiler ki Gaffar Yakınca onun gölgesinde kaldı. Artık zaman zaman yazdığım siyasi yazılara ve tasarım bloguma hiç vakit ayıramıyordum, aynı şekilde, başka siteler için yazdığım kitap ve edebiyat yazılarına da son vermek zorunda kaldım.
…..
Yazının tamamına erişmek için lütfen tıklayınız
Gaffar Yakınca hakkında bilgi edinmek için lütfen “Gaffar Yakınca kimdir?” sayfasına bakınız